Başkanlık Sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başkanlık Sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2010 Pazartesi

Türkiye neden başkanlık sistemini tartışıyor?

Merhaba,
Geçen hafta Uluslararası İlişkiler Klubü Türkiye ve Başkanlık Sistemi paneli yaptı. Ben de orada yaptığım konuşmanın metnini bloga koymaya karar verdim. Bu konuşmada yer alan pekçok şeyi derste daha ayrıntılı başka ülke örnekleri üzerinden konuştuk, ama bu da benim sizinle paylaştığım Türkiye'ye dair yorumum olsun.
--
Parlementer sistem yürütme/ hükümet otoritesinin parlamentoya, yani meclise dayandığı sistem. Hem yasama hem yürütme aynı seçim sürecinin ürünü. Yani yürütme yasamanın içerisinden seçiliyor. Biz buna güçler birliği sistemi diyoruz.

Başkanlık sistemlerinde yürütme yasamadan bağımsız. Hem yürütmenin başı olan başkan hem de yasama organı ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız bir biçimde doğrudan halk tarafından seçiliyor. Dolayısıyla he iki organında kendi demokratik meşruiyetleri var. Başkanlık sisteminin ikinci temel özelliği hem başkan hem de yasama organının birbirinden farklı ama belirli dönemler için seçilmeleri. Bu iki nedenden dolayı bu sistem güçler ayrılığı sistemi olarak adlandırılıyor. Son temel ve ayırıcı özelliği ise başkanın neredeyse tek başına yürütmeyi temsil etmesi. Yani yürütme erkinin bir kişide toplanması söz konusu.

Bu kısa tanımdan sonra şu notu düşmek istiyorum: bütün parlementer rejimler ya da bütün başkanlık rejimleri aynı şekilde işlemezler, en önemlisi hem parlamenter sistemlerde hem başkanlık sistemlerinde yasama ve yürütme arasındaki güçler dengesi her ülkede farklılık gösterir.  Bunun temel nedeni, her kurumsal yapının, başka kurumsal/ sosyal/ ekonomik yapı ve süreçlerle etki içerisinde olmasıdır.

Dolayısıyla bu tarz bir değişiklik yapıldığı takdirde Türkiye’nin nasıl bir hal alacağını tam kestirebilmek kolay değil. Ben daha kola yolu tercih edeceğim. Türkiye’de başkanlık sistemi neden tartışılıyor sorusu üzerinden gideceğim. Elbette bu tartışmanın gündemimize nasıl girdiğini biliyoruz, ama bundan bir adım geriye gitmemiz ve siyasal aktörlerin başkanlık sistemini önerirken bu sistemin hangi temel özelliklerini parlamenter sisteme göre daha avantajlı gördüklerini ve parlamenter sistemde neyi bir sorun algıladıklarını sormamız gerekiyor. Eğer bunu yaparsak bu sistemin var olan endişeleri giderici olup olmayacağını daha rahat tartışabiliriz diye düşünüyorum.

Görünen o ki başkanlık sisteminin parlamenter sisteme bir alternatif olarak önerilmesinin pek çok nedeni var, sırayla gideyim :

1 ) Yürütmenin gücünün arttırılması isteği.

Bugün Türkiye’yi yöneten siyasal aktörlerin varsayımı başkanlık sisteminde yürütmenin gücünün parlamenter sistemlere göre daha fazla olacağı yönünde..Yani zaten güçlenmiş olan yürütmenin daha güçlendirilmesi arzusu gibi bir gündem var ortada. Türkiye’de son yılarda gerçekleşen bütün bu yapısal/ kurumsal düzenlemeler aslında bu güçlendirme isteği ile yakından alakalı. Aslında bu eğilim yalnız Türkiye’de geçerli değil, dünyada da giderek yaygınlaşan, demokratik dengeleri ve kurumları dönüştüren bir eğilim.


Ben kendi adıma yürütmenin bu derece güçlendirilmesinin bir sorun olduğunu düşünüyorum, ama bu çekincemi bir kenara bıraksak bile, gerçekte başkanlık sistemlerinin yürütme güçlendirip güçlendirmediği bir muamma. Bu meseleye biraz sonra döneceğim.

Öyle görünüyor kı başkanlık sisteminin önerilmesinin ikinci nedeni şu:

2) Parlementer sisteminin istikrasızlık yarattığı ve kararların yavaş uygulandığı yönündeki inanç.  

Özellikle Türkiye’de bu inanç diğer pek çok ülkeye nazaran çok yüksek.

Neden çünkü yakın siyasi tarihimiz kurulup/ dağılan koalisyon hükümetleri ile dolu. Özellikle doksanlı yıllar son derece travmatik. Hükümetlerin kurulmasının aylar aldığı, koalisyon hükümetlerinin işlemediği, kurulan koalisyon hükümetlerinin çarçabuk dağıldığı yıllardı bu yıllar. AKP hükümeti 1991’den sonra, yani on yıllık bir aradan sonra, ilk kez tek başına hükümet kurmayı başarabildi. Ama AKP’nin halihazırda parlamentoda sahip olduğu çoğunluğu daha ne kadar sürdürebileceği belirsiz. 

Dolayısıyla siyasal aktörlerin parlementer sisteme dair hafızası onları parlementer sistem ile istikrasızlık kavramını yan yana düşünmeye itiyor.

Biraz sonra parlementer sistemin gerçekte daha istikrasız olup olmadığı meselesine tekrar değineceğim.

Üçüncü neden olarak benim gördüğüm şey şu:

3) Kurumsal izomorfizm. Daha basit ifade gerekirse ülkelerin daha başarılı işliyor gibi gördükleri diğer ülkelerin sistemlerini taklit etmesi.

Bu noktada tabii hepinizin bildiği gibi Amerikan sisteminin başkanlık sistemi olması, sistemin iyi işliyor gibi gözükmesi, Amerika’nın bu sistemle kendi demokratik yapısını devam ettirebiliyor olması gibi nedenler Türkiye siyasi elitlerinin bir kısmının sistemin burada da iyi işleyebileceği kanısına varmalarına yol açıyor.

Oysa her kurumsal yapı başka kurumlarla birlikte var olur, üstelik sadece kurumlarla var olmaz, o ülkenin sosyo-ekonomik yapısı, kültürü, iktidar yapısı ile etkileşim içinde başka bir şey haline dönüşür.

Tabii ki kurumsal eşbiçimlilik sürecinin işlemesi önerilen kurumsal değişikliğin öneriyi yapan siyasi elitlerin projelerine de uygun olduğu durumlarda geçerli.

Tam da bu neden kanaatimce bizi dördüncü ve son nedene götürüyor:

4) Bugün Türkiye’de yürütme aygıtını elinde bulunduranların benimsendiği demokrasi modelinin çoğunlukçu bir demokrasi modeli olması.

Sizinde bildiğiniz gibi birbirinden farklı demokrasi modelleri var.

En temel karşıtlık burada çoğunlukçu ve çoğulcu modeller arasında yapılabilir. Çoğulcu modeller demokrasiyi çok basitçe ifade edersem bir uzlaşma siyaseti olarak görürken, çoğunlukçu modeller demokrasiyi çoğunluğun iradesinin siyasal alanda tecelli etmesi olarak görüyor.

Siyaset bilimini klasik yargısı bu demokrasi modellerinin aşağı yukarı denk düştüğü kurumsal modellerin olduğu. Çoğulcu modeller daha ziyade nisbi temsil ve parlementer sistemleri kullanırken, çoğunlukçu modeller çoğunlukçu temsil ve başkanlık modellerini kullanıyorlar.  

Bütün bu nedenler bir araya geldiğinde başkanlık sistemini önermemek imkansız gibi duruyor.

Ama ben şimdi geriye gidip bu nedenlerin üzerinden başkanlık sisteminin diğer ülkelerde ki performansının ne olduğuna bakmak istiyorum. Temel hedefim size şunu göstermek, Türkiye’nin özel koşullarını bir kenara bıraksanız bile aslında başkanlık sistemi bize vaat ettiklerini gerçekleştirmeye muktedir bir sistem değil.  

Öncelikle ilk nedenden başlayalım:

1) Bütün diğer koşullar aynı olmak kaydıyla, başkanlık sistemlerinde gerçekten yürütmenin gücü parlementer sistemlere göre daha mı fazla? Ya da şöyle ifade edeyim: başkanlık sistemlerinde yürtümenin karar alma ve aldıkları kararları uygulama süreci daha hızlı ve etkin mi?

Bunun cevabı bunun kesin bir cevabının olmadığı olabilir ancak.

Başkanlık sistemlerinde yürütmenin kararları hızlı ve etkili alabilmesinin temel koşulu başkanın ve yasama organındaki çoğunluğun aynı partiden olması.

Dolayısıyla başkanlık sisteminde dahi yasa yapabilmek, karar çıkarabilmek için dahi hala parlamenter çoğunluğa muhtaçsınız.

Başkan ve parlamentonun aynı partiden olmadığı durumlarda yasaların parlamentodan geçmesi yavaşlıyor ve hatta kimi zaman mümkün olamıyor.

Üstelik parlementer sistemlerde parlamentoda çoğunluğa sahip bir ülkenin başbakanı herhangi bir başkanlık sistemindeki ülkenin başkanından daha fazla güce sahip olabilir.

Dolayısıyla başkanlık sistemi ile yürütülen ülkelerde yürütmenin hızlı ve etkili karar alması durumu bir mit.

Üstelik istatistikler gösteriyor ki parlementer sistemin egemen olduğu ülkelerde parlementelorda partilerin çoğunluk sağlama oranı başkanlık sistemlerine kıyasla daha yüksek.  

Buradan yola çıkarak ikinci nedene de değinebilir. Yani parlementer sistemler başkanlık sistemlerine göre daha mı istikrasız?

Bu inancı destekleyecek de herhangi bir veri yok, hatta tam tersi veriler var.

Doğru başkanlık istemlerinde yürütme bir kişide somutlaştığı için yürütme organının görevi o kişi ölene ya da ülkesine ihanet etmesi gibi gerekçelerle azl edilmediği sürece devam ediyor.  Oysa parlementer sistemlerde kurulan koalisyonlar kolaylıkla dağılabiliyor.

Ama bu istikrarın bir ölçütü mü yoksa sistemin esnekliğinin bir ölçütü mü ondan emin değilim.  Eğer bu istikrarının bir ölçütü ise, bana göre son derece kısa dönemli ölçütü, özellikle ciddi bölünmelerin yaşandığı ülkelerde –etnik ya da dini, ki biz de her ikisi de var- parlementer sistemlerin ülkeyi bir arada tutma şansı daha fazla.  Niye çünkü farklı gruplar iktidardan dışlanmadıklarını hissettikleri sürece sistemin içerisinde kalırlar.

Oysa başkanlık sisteminin hem çoğunlukçu hem partizan yapısı –bu tarz bir bir arada durma misyonuna çok cevap verebilecek nitelikte değil. Başkanlık sisteminin çoğunlukçu bir yapısı var, çünkü neticede kazanan her şeyi alır prensibi üzerinden hareket ediyor ve demokratik süreci ya hep ya hiç süreci haline getiriyor. Başkanlık aynı zamanda partizan bir sistem çünkü bütün yürütme gücünü elinde tutan başkan bir partiden geliyor olacak. Popüler bir başkan ve onu destekleyen talepkar bir kitle arasındaki ilişki dışarıda bırakılanlar üzerinde korku yaratma ve dolayısıyla gergin bir politik iklim yaratma olasılığı çok yüksek. Dolayısıyla sosyal ve ekonomik bölünmelerin keskin olduğu, parti sisteminin merkezde buluşmadığı, seçmen kitlesinin çok parçalı olduğu ülkeler için başkanlık sistemi bir problem.

İstikrasızlığı yaratan bir diğer unsur ise bir önceki nedende bahsettiğim süreçle yakından alakalı. Yani başkanla parlamentodaki çoğunluk aynı partiden olmazsa ne olacak. Bir yasa geçirmeniz lazım, ama parlamento ayak diriyor. Kurumsal bir kilitlenme var. Bu tarz tıkanıklıklar hareket etmek için birbirinin desteğine muhtaç olan yasamayı  ve yürütmeyi fiilen etkisiz hale getirebilme potansiyeline sahip. Böylesi tıkanıklıklar olağanüstü hal ilan edilmesini, siyasete askerin müdahalesini, askeri darbeleri daha olası hale getiriyor. Örneğin Latin Amerika’da ki darbe süreçlerinin tam da bu kurumsal tıkanıklık üzerinden olduğunu iddia edenler var. Yani başkanlık sisteminden demokrasinin karşı tarafına (diktatörlük) sıçramanın daha kolay olduğunu iddia etmek mümkün. Bu tabii ki koalisyonların yıkılmasına göre daha istisnai bir durum, ama istisnai olması başkanlık sistemini daha istikrarlı hale getirmiyor.

Kısacası şunu söylemek hiç de abartı olmaz: parlementer sistemler dünyada genelde demokratik düzeni yaşatmak açısından başkanlık sistemlerinden daha başarılı olmuşlardır.

Buradan üçüncü neden olarak gördüğüm sürece atlamak istiyorum:

Yani başarılı gibi gözüken Amerikan sisteminin etkisi:

Maalesef bütün kurumsal eşbiçimlilik eğimlerinin göz ardı ettiği şey, kurumların büyük bir siyasi/ toplumsal/ ekonomik yapı içinde var oldukları.  Siyaset biliminin önemli tartışmalarından biri siyasal sistemlerin ögeleri arasındaki etkileşimdir. Eğer başkanlık sistemine geçmek istiyorsanız parti sisteminden, seçim sistemine kadar her şeyi yeniden ele almanız gerekir.

Amerikan başkanlık sistemi işliyor, çünkü istikrarlı bir siyasal parti sistemi var. Üstelik bu istikrarlı siyasi parti modelinde siyasi partilerin iç disiplini yok. Yani siyasi partiler daha gevşek yapılar. Siyasi parti liderleri yok. Başkanlar başkan oldukları sürece kendi partilerinin lideri gibi oluyorlar, sadece o kadar, ama onlar bile senatörlerin yeniden seçilmesine engel olamıyorlar.

Dolayısıyla bu ne sağlıyor? Başkan ve parlamentonun çoğunluğu aynı partiden olması gerekmiyor. Yani parlamento da verilen oy bir dereceye kadar kişisel bir oy olduğu için farklı bir partiden bir başkanın diğer partinin tamamını olmasa bile belirli yasalar söz konusu olduğunda diğer parti üyelerinin bir kısmını ikna etmesi mümkün.

Üstelik seçim sisteminin büyük oranda yapısal bir sonucu olarak sistem iki partili, dolayısıyla çok partili bir sisteme göre başkanın ve parlamentoda ki çoğunluğun aynı partiden olması ihtimali daha yüksek. Buna bir de şunu eklemek istiyorum Amerikan siyasi partileri merkezde buluşmuş durumda, toplumsal uzlaşmazlıklar büyük ve derin meseleler üzerinden değil. Kaybeden taraf dört yıllık bir başka partinin yürütmedeki mutlak egemenliğini daha kolay kaldırabiliyor. Çünkü kendi durduğu nokta varlık ve yokluk arasında görmüyor.

Amerikan sistemine dair bir diğer önemli nokta ciddi bir fren ve denge sisteminin var olması. Yani yasama, yürütme ve yargı karşılıklı olarak birbirini denetliyor, hiçbiri bir diğerinin çok fazla güçlenmesine izin vermiyor. Her birisi güçlü ve özerk. Bu fren ve denge sistemin siyasetin başkanlaşması ile başkan lehine bozulduğuna dair pekçok tartışma var ama sistemin en azından kurumsal yapısı hala böyle.

Son olarak bunlara sistemin federal yapısının çoğunluk etkisini dengeleyecek yapısını eklemek lazım. Yani Amerika federal, her eyaletin kendi organları, kendi anayasası, kendi seçimleri var, ülkenin başkanı tabii çok önemli ama bir Amerikalının gündelik yaşamı üzerinden bakarsan her şey demek değil. Örneğin eyaletinde idam cezası uygulanıp uygulanmayacağına Amerikan başkanı karar vermiyor.

Dolayısıyla tamam başkanlık sistemi otomatik olarak bir çoğunluk yaratıyor ama bu çoğunluğun gücünü dengeleyecek fren ve denge sistemleri de var.

Bu son nokta bizi son gerekçemize getiriyor.

Demokrasi anlayışı.

Başta bahsettim bugün Türkiye’yi yöneten siyasi partinin elitlerinin/ yöneticilerinin demokrasi anlayışı çoğunlukçu popülist bir demokrasi anlayışı. Bu anlayış AKP’ye özgü değil, aslında demokrasi dünyaya yayıldıkça genişleyen bir eğilim. Bu anlayış temelde milli irade olarak da tarif edilen çoğunluğun iradesinin mutlaklaştırılması üzerine kurulu. Yürütme ise milli iradenin tecelli ettiği temel formdur. Dolayısıyla yürütmenin mutlak iradesi kurumlararası denge ve fren sisteminin üzerinde. Bu bugün bütün dünyada yükselen bir eğilim.  Yani çoğunlukçu popülizm çoğunlukçu demokrasinin kurumlarını onu denetleyecek ara kurumları devreden çıkararak benimseme eğiliminde.

Bu tarz bir eğilim ise siyasi ideolojisi ne olursa olsun, hangi taraftan gelirse gelsin, uzun dönemde özellikle Türkiye gibi derin toplumsal bölünmelere sahip olan ülkelerde istikrarı tehdit edici, dışlayıcı bir nitelikte.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Şimdi biz başkanlık sistemi tartışıyoruz ama bundan daha önce aslında bir nevi yarı-başkanlık sistemine geçmiş bulunduğumuzu ve bunun olası etkilerini tartışmamız gerekiyor. Biliyorsunuz artık cumhurbaşkanı seçimle gelecek. Halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı  Türkiye’nin siyasi olarak en meşru kişiliği olacaktır. Üstelik cumhurbaşkanı seçiminin iki turda bir kişi seçilmesi şeklinde olacağını düşünürseniz bu seçimin doğası gereği halkın yüzde ellisinden fazlasının desteğini almış muhtemelen tek lider olacaktır. Bu duruma bir de halen parlementer bir sisteme sahip olduğumuzu ve parlementer sistemde başbakanın sahip olduğu yetkileri ekleyin. Bu durum ister istemez bir tür çifte meşruiyet durumu yaratacaktır. Benim tahminim muhtemel cumhurbaşkanı seçilecek kişinin ülkenin en meşru siyasal kişiliği olduğu iddiasıyla davranacağı ve yasaların kendisine verdiği yetkiyi genişletmeye çalışacağı yönündedir. Bence bugün yaptığımız ve nereden çıktığını anlayamadığımız başkanlık tartışması da ilerde daha “gerçekçi” bir zeminde yapacağımız bu yetki genişletmesi tartışmasına bir hazırlık niteliğindedir.



15 Ekim 2010 Cuma

Ders özeti: Başkanlık sistemleri vs. parlementer sistem

10 Ekim tarihindeki dersimizde başkanlık sistemi ve parlementer sistem arasındaki farkları sorgulayarak işe başladık. Bu iki sistemi birbirinden üç temel kriter üzerinden ayırdık: yasama ve yürütme organının karşılıklı bağımlılığı (güven oylaması, fesih yetkisi); yasama ve yürütme organlarının ayrı ayrı seçimlerle iş başına gelip gelmediği ve yürütme organının kollektif bir niteliğe sahip olup olmadığı.

İlk kriter üzerinden bakarsak parlementer sistemlerde yasama-yürütme organları arasında karşılıklı bağımlılık ilişkisi var (yani yürütme yasamanın içerisinden seçiliyor, yasama yürütmeye güven oyu veriyor vs), başkanlık sistemlerinde ise yasama ve yürütme arasında böylesi bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi yok. Bu anlamda parlementer sistemler güçler birliği (fused power) başkanlık sistemleri güçler ayrılığı sistemleri (seperation of power system).

İkinci kriter üzerinden baktığımızda parlementer sistemlerde oy verenler yasama organını seçiyor ve daha sonra yasama kendi arasından yürütme organını seçiyor. Başkanlık sistemlerinde ise yasama ve yürütme organı ayrı ayrı seçimler sonucu göreve geliyor. Dolayısıyla organların doğrudan halk oyuyla seçilip seçilmediği önemli (not: örneğin cumhurbaşkanın doğrudan halk oyuyla seçilmesi parlementer sistemi bir tür yarı-başkanlık sistemi haline getirebilir mi?).

Son olarak, parlementer sistemlerde yürütme erki daha kollektif olarak kullanılırken (siyasetin başkanlaşması her ne kadar bu süreci dönüştürüyor olsa da) başkanlık sistemlerinde yürütme erki merkezileşmiş durumda.

Fakat her zaman akılda  tutmanız gereken bir diğer önemli nokta güçler birliği ya da güçler ayrılığı sistemlerinin yasama ve yürütme arasında ki güç dengesini (balance of power) doğrudan belirlemediği. Yani örneğin parlementer sistemlerde yasama ve yürütme arasında bir denge olabileceği gibi, yürütmenin yasamayı kontrol etmesi ya da tam tersi de mümkün. Dolayısıyla lütfen güçler ayrılığı/ birliği ve güçler dengesi kavramlarını doğru kullanmaya dikkat edin.

Derste ayrıca yürütmenin kapazitesi ve otonomisinden bahsettik. Kapazite derken yürütmenin kendi siyasi programını uygulayabilme gücünden, otonomi derken de bu kararları uygularken bağımsız davranabilme gücünden bahsediyoruz. Hem kapaziteyi hem otonomiyi belirleyen pekçok faktor var (çıkar grupları, toplumsal destek, ordu/ bürokrasi gibi seçilmemiş kurumların seçilmiş kurumlar uzerindeki denetimi vs). Bu faktorleri kısmen derste konuştuk ama sanırım size asıl karışık gelen başkanlık sistemi ve parlementer sistemlerde kurumsal dizayn anlamında kapaziteyi belirleyen faktörlerdi.

Başkanlık sistemlerinde başkan ve yasama organının aynı partiden olması önemli. Eğer aynı partiden değillerse ve parti disiplini var ise o zaman yürütmenin önerdiklerini yasama organının, yasama organının önerdiklerini de yürütmenin onaylamayacağı durumlarla daha sık karşılaşma olasılığımız olacaktır. Buna biz kurumsal çıkmaz dedik (institutional gridlock). Linz tam da bunu Latin Amerika'da ki darbelerin önemli bir nedeni olarak görüyordu. Yani başkanlık sistemlerinde yürütme kendi kapazitesini arrtırmak için ya yasama ve yürütmenin aynı partiden olmasını sağlayacak önlemleri almak zorunda ya da bunun olmaması için  yürütmeyi güçlendirmek zorunda. Her iki durumda da güçlü ve kontrol edilmesi güç bir yürütme erki söz konusu olan. Amerika'da sistemin işliyor olmasının temel nedeni, parti disiplinin ve dolayısıyla partizan oy vermenin olmaması. Dolayısıyla başkanın ve kongre çoğunluğunun aynı partiden olması tabii ki başkan için arzu edilir bir durum ama olmadığında başkan tek tek kongre üyelerini ikna edebildiği sürece bu durum sistemi krize sürüklemiyor.  Üstelik bu ikna süreci sistemin çoğunlukçu mantığını da bir nebze yumuşatabiliyor.

Parlementer sistemlerde ise yürütme kapazitesi hükümetin:
1) azınlık hükümeti mi çoğunluk hükümeti mi olduğu,
2) tek parti hükümeti mi yoksa koalisyon hükümeti mi olduğu ile ilişkili.

Tahmin edebileceğiniz gibi en yüksek kapaziteye sahip olan hükümetler çoğunluk desteğine dayanan tek parti hükümetleri. Ama bu tam da karşımıza şu soruyu getiriyor: nedir önemli olan? Hükümetlerin kararlarını hızlıca ve özgürce uygulayabilmeleri mi? Yoksa kararların oluşmasında ve uygulanmasında
hükümetlerin geniş bir toplumsal uzlaşma sağlamaları mı? Demokrasinin bu iki farklı yorumu/ uygulaması arasında ki gerilimi derste konuşmaya devam edeceğiz.

7 Ekim 2010 Perşembe

Başkanlık sistemi vs. parlementer sistem

11 Ekim Pzt günü derste başkanlık sistemini parlementer sistem ile karşılaştıracağız. Her iki sistemin çeşitli kriterler üzerinden (katılım, karar alma, temsil vs) birbirine olan avantaj/ dezavantajlarını tartışıyor olacağız. (Bu arada ilginç bir tesadüfe dikkatinizi çekmek isterim, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dün üniversitemizi açarken yapmış olduğu konuşmada başkanlık sistemini tartışın demiş. Bugün gazetelerden okuduk başka şeylerle birlikte).

Başkanlık sistemine dair doksanlı yıllarda hemen herkesin okuduğu ve bu tartışma yapılırken referans verilmeden geçilmeyen bir makaleye dikkatinizi çekmek istedim. Biliyorum zaten ders için çok okumaktasınız, ve bunu da okumanızı beklemem biraz hayal olur ama en azından ödevlerini bu konuda yapacaklar dikkate alabilirler. Makaleyi sizin için scribde yükledim.

http://www.scribd.com/doc/38886497/Skach-and-Stephan

Skach ve Stepan bu makalelerinde sosyalizmin çökmesi sonrası kurulan "yeni demokrasilerin" ekonomik ve sosyal yeniden yapılanmanın gerektirdiği radikal yeniden yapılanmayı gerçekleştirebilmek için genellikle başkanlık sistemini tercih ettiklerini ifade ediyor ve daha sonra bu tercihin sorunlarını gösteriyorlar. Bu "yeni demokrasiler" başkanlık sistemini tercih ediyorlar çünkü geleneksel siyaset biliminin temel yargısı başkanlık sisteminde karar alma süreçlerinin daha hızlı ve etkin olduğu yönünde. Ama Skach ve Stepan'a göre durum  gerçekte bu değil, başkanlık sistemi olan ülkelerde özellikle başkanın ve parlementonun aynı partiden olmadığı durumlarda (ki benzer bir argüanı Juan Linz'te ünlü Perils of Presidentialism makalesinde yapmıştı) kararların çıkması yavaşlıyor ve hatta kimi zaman mümkün olamıyor. Üstelik başkanlık sistemi olan ülkelerde siyasi partiler parlementoda çoğunluk sağlamakta zorlanırken, parlementer sistemin egemen olduğu ülkelerde parlementelorda partilerin çoğunluk sağlama oranı başkanlık sistemlerine kıyasla daha yüksek. Bu parlementer çoğunluklarda başkanlık sisteminden çok daha kolay kararları geçirebiliyorlar. Dolayısıyla başkanlık sistemi ile yürütülen ülkelerde yürütmenin hızlı ve etkili karar alması durumu Skach ve Stepan'a göre bir mit..

Juan Linz'te biraz evvel bahsettiğim makalesinde başkanlık sistemini kullanan  Latin Amerika ülkelerinde sık sık anayasal tıkanıklıklar yaşandığını gösteriyor (amerika'da niye bu kadar yaşanmıyor diye sorabilirsiniz, bu ayrı bir tartışma konusu ama kısaca şöyle diyeyim: yaşanmıyor çünkü orada bildiğimiz anlamda bir parti disiplini yok). Özellikle başkanın ve parlementonun aynı partiden olmadığı durumlarda bu tarz tıkanıklıklar yürütmeyi fiilen etkisiz hale getiriyor. Linz'in gösterdiği böylesi tıkanıklıklar olağanüstü hal ilan edilmesini, siyasete askerin müdahelesini, askeri darbeleri daha olası hale getiriyor. Yani Linz'in vardığı sonuç başkanlık sisteminden demokrasinin karşı tarafına (diktatörlük) sıçramanın daha kolay olduğu yönünde.. Özellikle Linz'in olağanüstü hal ve başkanlık sistemi arasında kurduğu ilişki siyaset bilimi açısından ilginç.

Siyasetin başkanlaşması

4 Ekim Pzt günü demokrasi sınıflandırmalarını tartıştığımız derste çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasiler arasında ki açının kapanıp kapanmadığını konuştuk. Örneğin çoğunlukçu demokrasilerin en önemli özelliği olan iki parti sistemi son İngiliz seçimlerinde olduğu gibi bir dönüşüme uğruyor. Ya da çoğulcu demokrasilerin en önemli özelliği olan zayıf yürütme ve güçlü parlemento ilkesi özellikle doksanlı yılardan beri dünyanın hemen yer yerinde güçlü yürütme ve zayıf yasama şeklinde dönüşüyor. Siyasetin başkanlaşması (presidentialisation of politics) siyasetin kurumsal dizaynından etkilense de ondan bağımsız olarak egemen hale geliyor. Yani parlementer sistemlerde siyasetin başkanlaşmasından muzdaripler, başkanlık sistemine geçişe gerek kalmadan. Poguntke ve Webb 2005 tarihli kitaplarında (The Presidentialization of Politics: A Comparative Study of Modern Democracies) tam da bu konuyu inceliyorlar.

Poguntke ve Webb'e göre bu durumun üç temel nedeni var:

1) siyasetin uluslararasılaşmasının (özellikle AB gibi ulusüstü yapılar) yürütmeyi güçlendirmesi ve bununda  yürütme görevi almış siyasi elitlerin rolünü parlementolar ve siyasi partiler karşısında arttırıyor olması.

2) Devlet aygıtının giderek genişlemesi (hem de bütün devleti küçültme çabalarına rağmen!) ve bu aygıtın etkili bir parlementer denetime tabii tutulmasının giderek zorlaşması.

3) Siyasi partilere oy veren yurttaşların artık siyasi partilerle uzun dönemli politik bir bağ  kurmak yerine, kısa dönemli lider odaklı seçimler yapması ve siyasi partilerinde bunu tercih etmesi. Yani siyasal partiler ve onlara oy verenler arasındaki ilişkinin yapısal olarak değişmiş olması..

Poguntke ve Webb gözardı ediyorlar ama bir de tabii neoliberal dönemde buna ekonomik mantığın siyasi mantığı domine etmesi gerçeğini eklemek lazım.

Sonuç olarak ister parlementer olsun ister başkanlık sistemi olsun bütün demokrasilerde siyasi yürütme, siyasi parti ve seçim süreçlerinde liderlerin  iktidarlarını ve otonomilerini arttırdığını görüyoruz.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Frensiz ve dengesiz..ABD Başkanlık sistemi

ABD Başkanlık sisteminin örneğin bir kraliyet sisteminden ya da diktatörlükten farklı olmasını sağlayan, sistemin demokratik işlemesini mümkün kılan özelliğinin fren ve denge sistemi olduğu söylenir. Ozellikle son on yılda bu konu üzerine yazanlar, başkanlik sisteminin frensiz ve dengesiz bir durumda iş gördüğünü ifade ediyorlar. Konu ile ilgili birkaç güncel yazı aşağıda..

Obama's 32 Czars
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2009/07/29/AR2009072902624.html

Dana D. Nelson "Bad for Democracy: Why Presidency Undermines the Power of People" başlıklı kitabında başkanların birer süper kahramana dönüşme serüvenini anlatıyor. Kitap üzerinden kendisiyle yapılan bir söyleşi için:

http://www.utne.com/2008-09-01/Politics/Presidential-Power-to-the-People.aspx

Dana D. Nelson'un buradaki önemli tesbiti dünyanın her yerinde seksenli yıllardan itibaren yürütmenin yasamaya karşı giderek güç kazanmasi durumu. Ona göre bu tarihsel bir eğilim ve parti tercihi ile ilgili değil. Örneğin bu anlamda Obama Bush'tan daha "demokrat" da değil.

Neslon şöyle bitirmiş: "democracy doesn’t have to be about strong national unity but can be about a productive, highly functioning disunity."

Yürütmenin artan gücüne dair bu tartışmaya bir de yurttaşların siyasete karşı artan ilgisizliği eklenmeli..Bu tartışmayı en iyi yapan kitaplardan birisi Francis Fox Piven'in:

Why Americans Don't vote, and why politicians want it that way..
http://www.amazon.com/Why-Americans-Still-Dont-Vote/dp/0807004499/ref=ntt_at_ep_dpi_5

Frensiz ve dengesiz, yasama karşısında giderek güçlenen yürütme erki, siyasete ilgilerini kaybeden ve hatta oy bile vermeyen yurttaşlar..Ne dersiniz acaba demokrasi ve diktatorlük arasinda ki mesafe daralıyor mu (ya da zaten böyle bir mesafe hiç olmamışmıydı)?

21 Eylül 2010 Salı