ABD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ABD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2011 Cumartesi

Gerçek demokrasi, hemen şimdi: Wall Street'i işgal et eylemleri

Wall Street'i işgal et eylemleri ekonomik eşitsizliğe olduğu kadar varolan demokratik kurumların eşitsizlğine/ yetersizliğine dair de bir protesto. Ekonomik eşitsizliğin demokratik kurumların doğasını belirlediğini ve temsili siyasal sistemin bir azınlığı çıkarlarını savunmaktan ileri gitmediğini ifade ediyorlar. Hareketin katılımcılarının işssizlikten sağlığa kadar pek çok farklı talebi var. Ama tamamının birleştiği ortak nokta mevcut demokrasinin toplumun sadece yüzde birini oluşturan ekonomik ve finansal elitlerin çıkarlarına hapsedilmiş olması.  OWS ve demokratik kurumlar arasında ki ilişkiye dair şu iki makeleye bakılabilir: İlki Hardt ve Negri'den, OWS eylemlerinin varolan demokrasi kavrayışını halihazırda değiştirdiğini iddia ediyorlar.
İkincisi Benjamin Barber'dan, o da benzer bir biçimde hareketin farklı bir demokrasi kavrayışı olduğunu ifade ediyor. 



13 Kasım 2011 Pazar

Sinemada Amerikan Hükümeti

Muhtemeldir ki Amerikan siyaseti üzerine en çok film çekilen konulardan. Kuşkusuz bu filmlerin pek çoğu Amerikan siyasetine eleştirel bir mesafe almaktan daha ziyade, onu alkışlamakla meşguller. Amerikan yargısı, senato seçimleri, başkanlık yarışı ve popüler başkanların siyasi kariyerleri -örneğin JFK (1991), Nixon (1995), Truman (1996)- ve Amerikan siyasetindeki önemli dönüm noktaları -örneğin The Crossing (2000)- yüzlerce filme konu olmuş olmalı bugüne kadar. Bu filmler Amerikan siyasetini  bütün dünyada son derece tanıdık hale getiriyor.  Dolayısıyla ABD dışı topraklarda Amerikan siyaseti anlatmak bu tanıdıklık üzerine inşa ediliyor bütün sorunlarıyla birlikte.

Bütün bunlara rağmen Amerikan sineması kendi ülkesinin siyasetine eleştirel bir mesafe ile bakabilen son derece iyi örneklere de sahip. Bu örnekler sadece Amerikan siyasetinin işleyişinin köşe taşlarını ve sorunlarını daha iyi anlamamıza neden olmuyor, aynı zamanda demokrasinin sorunlarına da ışık tutuyor.  Uzun bir liste vermeyeceğim, tıpkı okuma listeleri gibi, film listeleri de uzadıkça merak edip seyredilme oranları azalır diye düşünüyorum.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan siyasetinde ki yolsuzluğu anlatan en iyi filmlerden biri olarak gösterilen Mr. Smith Goes to Wsahington (1939) ve All the King's Men (1949) - bu film geçtiğimiz yıllarda yeniden çekildi- siyasetin (ve seçilmenin) zengin olma ve zengin yapma aracı olarak kulanılmasının hiç de yeni olmadığını gösteriyor.  İkinci Dünya Savaşı sonrası her tür muhalefetin Komünist muhalefet olarak kodlanıp, kovuşturmaya uğradığı Mc Carthy dönemini anlatan Manchurian Canditate (1962) -bu film de geçtiğimiz yıllarda yeniden çekildi- liberal demokrasilerin tehdit algısının sivil ve siyasal hakları nasıl tırpaladığını ve verili kabul ettiğimiz hakların aslında ne kadar tarihsel olarak genişleyip/ daraldığını görmek açısından anlamlı.

Seçim makinasının seçmenlere sadece iyi görünen, ortalama adaylar sunmak üzerinden çalıştığını, bu süreçte siyasal ya da bireysel farklılıkların nasıl ortadan kalktığını anlatan The Canditate (1972) Amerikan seçim siyasetine bir de sinemadan bakmak isteyenler için iyi bir başlangıç. Bullworth (1999) seçim kampanyalarının büyük şirketler tarafından finanse edilmesinin ne Cumhuriyetçilerin ne de Demokratların yoksullara yönelik politikalar geliştirememesine yol açtığını anlatıyor (not: aynı konuda Mrs Schneider Goes to Washington isimli 2008 tarihli bir belgesel de var).

Medyanın siyasetteki belirleyici gücüne dair the Contender (2000) ve Network (1976) izlenebilir (belki bir de 1998 yapımı bir komedi olan Wag the Dog eklenmeli buna). Her ne kadar Network doğrudan Amerikan hükümeti ve medya arasındaki bağlara odaklanmıyorsa da medyanın gücünü göstermesi açısından The Contender'dan çok daha güçlü bir film. Bu yıl içinde medya devi Murdoch'un medya imparatorluğunun aralarında Başbakanlar da dahil olmak üzere binlerce kişiyi gizlice dinlediği ve elde ettiği bilgilerle siyaseti kontrol ettiği gerçeği ortaya çıktığında Atlantik'in iki yakasında da siyaset yeriden oynamıştı. Network bundan 30 yıl öncesinden bunun hiç de imkansız olmadığını bize gösteren bir film (bu konuda gelecek haftalarda buraya yeniden yazacağım).

Geldik yargıya. Amerikan yargı sistemi Amerikan siyasetide belki de üzerine en çok film yapılmış konulardan biri. Avukatların rolü, juri sistemi,  savcıların popüler oyla seçiliyor olması Amerikan yargısını hem içerdekiler hem de bizim gibi dışardan bakanlar için çok ilgi çekici hale getiriyor. Bu konudaki yüzlerce filmden sadece bir tanesini önereceğim, 12 Angry Man (1957). Yargı sürecinin en ince dokularına kadar işlemiş önyargıları ve ırkçılığı çok iyi anlatan bir film 12 Angry Man.

Şimdilik liste bu kadar. Önerileriniz ile gelişebilir.

ek:

Liste hemen genişledi.

Yargı mekanizmasının önyargılarına dair Philadelphia ve seçilme hakkı ile ilgili olarak Milk.  ABD devletinin yalnız seçimlerde seçilmişlerden ibaret olmadığını görmek ve ABD derin devletine kuşbakışı bakmak için Three Days of the Condor (1975). Aslında ABD derin devleti yine üzerine en çok film çekilen konulardan biri, özellikle güvenlik örgütlerinin yapıp/ ettikleri siyaseti seçilmişlerin etkisi alanına taşıyor.

5 Kasım 2010 Cuma

Obama, toplumsal hareketler, ve rutin siyaset

Merhaba,
Bugün posta kutuma düşen bir yazıyı paylaşmak istedim sizinle. Haftaya derste Amerika'da toplumsal hareketler ve çıkar gruplarını konuşacağız. Her zaman olduğu gibi kısaca. Ama siz desrte konuşulanlarla sınırlı kalmayın. Bu blog bunun için var.  Bağlantısını verdiğim yazı da toplumsal hareketlerin siyasal gündemi nasıl değiştirebildiği üzerine. Yazi Obama döneminde toplumsal hareketlerin yokluğunun nasıl Obamayı Kongre'de ki Cumhuriyetçi çoğunluğun vergi gündemine hapsettiğini tartışıyor ve bununda Obama ve partisinin seçim yenilgisine yol açacağını.  

http://www.opendemocracy.net/5050/ruth-rosen/us-election-2010-obama-lost-terms-of-debate-and-large-segment-of-white-women?utm_source=feedblitz&utm_medium=FeedBlitzEmail&utm_content=201210&utm_campaign=0

1 Kasım 2010 Pazartesi

Amerikan kongresi ve yasa yapma süreci.

Derste kısaca anlatttım ve yüzler pek bir gölgelendi. Onun için buraya da yazıyorum.

Bir yasa önerebilme yetkisi Amerikan hükümetinde sadece senatörlere aittir. Yasayı öneren senatör yasanın sponsorü olur. Bir yasa önerisi kongre kayıtlarında yer aldığı anda resmi olarak yasa önerisi haline gelmiş olur. Yasalar kalıcı ya da geçici olarak kurulmuş komitelere gönderilirler. Komite eğer onaylarsa daha detaylı incelenmesi için yasa önerisini alt komiteye gönderir. Eğer göndermezse yasa hasır altı edilmiş olur. Alt komite ise ya yasayı yeniden düzenleyerek incelenmesi için ya komiteye geri gönderir ve yasanın yasalaşma süreci devam eder ya da yasa bu sefer alt komite tarafından hasır altı edilir.  Alt komitenin raporu komite tarafından detaylı bir şekilde incelenir. Komite yasa üzerine bir rapor hazırlar. Hazırlanan raporda yasanın amacı, diğer yasalarla olan uyumu gibi konular yer alır. Rapor yayınladıktan sonra tartışmaya açılır. Lehte ve aleyhte konuşmalar yapıldıktan sonra, yasa oylanır. Eğer yasa kabul edilirse diğer kamaraya (örneğin eğer yasayı ilk oylayan senato ise temsilciler meclisine) onay için gönderilir ve süreç yeniden başlar.  

Size muhtemelen karmaşık ve sıkıcı gelen bu süreç Amerikan hükümetinde pekçok farklı süreci etkilemekte. Bu süreçlerin en önemlilerinden birisi baskı grupları ve lobilerin yasa yapma sürecindeki etkisi. Bu etkiyi yasa yapma sürecini göz önünde bulundurarak nasıl açıklarsınız?

27 Eylül 2010 Pazartesi

Frensiz ve dengesiz..ABD Başkanlık sistemi

ABD Başkanlık sisteminin örneğin bir kraliyet sisteminden ya da diktatörlükten farklı olmasını sağlayan, sistemin demokratik işlemesini mümkün kılan özelliğinin fren ve denge sistemi olduğu söylenir. Ozellikle son on yılda bu konu üzerine yazanlar, başkanlik sisteminin frensiz ve dengesiz bir durumda iş gördüğünü ifade ediyorlar. Konu ile ilgili birkaç güncel yazı aşağıda..

Obama's 32 Czars
http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2009/07/29/AR2009072902624.html

Dana D. Nelson "Bad for Democracy: Why Presidency Undermines the Power of People" başlıklı kitabında başkanların birer süper kahramana dönüşme serüvenini anlatıyor. Kitap üzerinden kendisiyle yapılan bir söyleşi için:

http://www.utne.com/2008-09-01/Politics/Presidential-Power-to-the-People.aspx

Dana D. Nelson'un buradaki önemli tesbiti dünyanın her yerinde seksenli yıllardan itibaren yürütmenin yasamaya karşı giderek güç kazanmasi durumu. Ona göre bu tarihsel bir eğilim ve parti tercihi ile ilgili değil. Örneğin bu anlamda Obama Bush'tan daha "demokrat" da değil.

Neslon şöyle bitirmiş: "democracy doesn’t have to be about strong national unity but can be about a productive, highly functioning disunity."

Yürütmenin artan gücüne dair bu tartışmaya bir de yurttaşların siyasete karşı artan ilgisizliği eklenmeli..Bu tartışmayı en iyi yapan kitaplardan birisi Francis Fox Piven'in:

Why Americans Don't vote, and why politicians want it that way..
http://www.amazon.com/Why-Americans-Still-Dont-Vote/dp/0807004499/ref=ntt_at_ep_dpi_5

Frensiz ve dengesiz, yasama karşısında giderek güçlenen yürütme erki, siyasete ilgilerini kaybeden ve hatta oy bile vermeyen yurttaşlar..Ne dersiniz acaba demokrasi ve diktatorlük arasinda ki mesafe daralıyor mu (ya da zaten böyle bir mesafe hiç olmamışmıydı)?