18 Aralık 2011 Pazar

Rusya'ya göç oyunu


Milyonlarca göçmen her yıl Rusya'ya iş bulmak, para kazanmak, daha iyi bir hahay kurmak için göç ediyor. Bu oyun kendinizi onların bir nebze de yerine koyabilmeniz için tasarlanmış. Tek yapmanız gereken bir zar ve sayfanın çıktısı..

Yaratıcıları bunun sadece bir oyun değil, aynı zamanda oyun formatında hazırlanmış tarihsel bir doküman olarak iş görmesini istiyorlar..

Oyunun kurallarına buradan ulaşabilirsiniz. 

http://chtodelat.wordpress.com/2011/12/18/russia-the-land-of-opportunity-a-migrant-labor-board-game/


26 Kasım 2011 Cumartesi

Gerçek demokrasi, hemen şimdi: Wall Street'i işgal et eylemleri

Wall Street'i işgal et eylemleri ekonomik eşitsizliğe olduğu kadar varolan demokratik kurumların eşitsizlğine/ yetersizliğine dair de bir protesto. Ekonomik eşitsizliğin demokratik kurumların doğasını belirlediğini ve temsili siyasal sistemin bir azınlığı çıkarlarını savunmaktan ileri gitmediğini ifade ediyorlar. Hareketin katılımcılarının işssizlikten sağlığa kadar pek çok farklı talebi var. Ama tamamının birleştiği ortak nokta mevcut demokrasinin toplumun sadece yüzde birini oluşturan ekonomik ve finansal elitlerin çıkarlarına hapsedilmiş olması.  OWS ve demokratik kurumlar arasında ki ilişkiye dair şu iki makeleye bakılabilir: İlki Hardt ve Negri'den, OWS eylemlerinin varolan demokrasi kavrayışını halihazırda değiştirdiğini iddia ediyorlar.
İkincisi Benjamin Barber'dan, o da benzer bir biçimde hareketin farklı bir demokrasi kavrayışı olduğunu ifade ediyor. 



13 Kasım 2011 Pazar

Sinemada Amerikan Hükümeti

Muhtemeldir ki Amerikan siyaseti üzerine en çok film çekilen konulardan. Kuşkusuz bu filmlerin pek çoğu Amerikan siyasetine eleştirel bir mesafe almaktan daha ziyade, onu alkışlamakla meşguller. Amerikan yargısı, senato seçimleri, başkanlık yarışı ve popüler başkanların siyasi kariyerleri -örneğin JFK (1991), Nixon (1995), Truman (1996)- ve Amerikan siyasetindeki önemli dönüm noktaları -örneğin The Crossing (2000)- yüzlerce filme konu olmuş olmalı bugüne kadar. Bu filmler Amerikan siyasetini  bütün dünyada son derece tanıdık hale getiriyor.  Dolayısıyla ABD dışı topraklarda Amerikan siyaseti anlatmak bu tanıdıklık üzerine inşa ediliyor bütün sorunlarıyla birlikte.

Bütün bunlara rağmen Amerikan sineması kendi ülkesinin siyasetine eleştirel bir mesafe ile bakabilen son derece iyi örneklere de sahip. Bu örnekler sadece Amerikan siyasetinin işleyişinin köşe taşlarını ve sorunlarını daha iyi anlamamıza neden olmuyor, aynı zamanda demokrasinin sorunlarına da ışık tutuyor.  Uzun bir liste vermeyeceğim, tıpkı okuma listeleri gibi, film listeleri de uzadıkça merak edip seyredilme oranları azalır diye düşünüyorum.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan siyasetinde ki yolsuzluğu anlatan en iyi filmlerden biri olarak gösterilen Mr. Smith Goes to Wsahington (1939) ve All the King's Men (1949) - bu film geçtiğimiz yıllarda yeniden çekildi- siyasetin (ve seçilmenin) zengin olma ve zengin yapma aracı olarak kulanılmasının hiç de yeni olmadığını gösteriyor.  İkinci Dünya Savaşı sonrası her tür muhalefetin Komünist muhalefet olarak kodlanıp, kovuşturmaya uğradığı Mc Carthy dönemini anlatan Manchurian Canditate (1962) -bu film de geçtiğimiz yıllarda yeniden çekildi- liberal demokrasilerin tehdit algısının sivil ve siyasal hakları nasıl tırpaladığını ve verili kabul ettiğimiz hakların aslında ne kadar tarihsel olarak genişleyip/ daraldığını görmek açısından anlamlı.

Seçim makinasının seçmenlere sadece iyi görünen, ortalama adaylar sunmak üzerinden çalıştığını, bu süreçte siyasal ya da bireysel farklılıkların nasıl ortadan kalktığını anlatan The Canditate (1972) Amerikan seçim siyasetine bir de sinemadan bakmak isteyenler için iyi bir başlangıç. Bullworth (1999) seçim kampanyalarının büyük şirketler tarafından finanse edilmesinin ne Cumhuriyetçilerin ne de Demokratların yoksullara yönelik politikalar geliştirememesine yol açtığını anlatıyor (not: aynı konuda Mrs Schneider Goes to Washington isimli 2008 tarihli bir belgesel de var).

Medyanın siyasetteki belirleyici gücüne dair the Contender (2000) ve Network (1976) izlenebilir (belki bir de 1998 yapımı bir komedi olan Wag the Dog eklenmeli buna). Her ne kadar Network doğrudan Amerikan hükümeti ve medya arasındaki bağlara odaklanmıyorsa da medyanın gücünü göstermesi açısından The Contender'dan çok daha güçlü bir film. Bu yıl içinde medya devi Murdoch'un medya imparatorluğunun aralarında Başbakanlar da dahil olmak üzere binlerce kişiyi gizlice dinlediği ve elde ettiği bilgilerle siyaseti kontrol ettiği gerçeği ortaya çıktığında Atlantik'in iki yakasında da siyaset yeriden oynamıştı. Network bundan 30 yıl öncesinden bunun hiç de imkansız olmadığını bize gösteren bir film (bu konuda gelecek haftalarda buraya yeniden yazacağım).

Geldik yargıya. Amerikan yargı sistemi Amerikan siyasetide belki de üzerine en çok film yapılmış konulardan biri. Avukatların rolü, juri sistemi,  savcıların popüler oyla seçiliyor olması Amerikan yargısını hem içerdekiler hem de bizim gibi dışardan bakanlar için çok ilgi çekici hale getiriyor. Bu konudaki yüzlerce filmden sadece bir tanesini önereceğim, 12 Angry Man (1957). Yargı sürecinin en ince dokularına kadar işlemiş önyargıları ve ırkçılığı çok iyi anlatan bir film 12 Angry Man.

Şimdilik liste bu kadar. Önerileriniz ile gelişebilir.

ek:

Liste hemen genişledi.

Yargı mekanizmasının önyargılarına dair Philadelphia ve seçilme hakkı ile ilgili olarak Milk.  ABD devletinin yalnız seçimlerde seçilmişlerden ibaret olmadığını görmek ve ABD derin devletine kuşbakışı bakmak için Three Days of the Condor (1975). Aslında ABD derin devleti yine üzerine en çok film çekilen konulardan biri, özellikle güvenlik örgütlerinin yapıp/ ettikleri siyaseti seçilmişlerin etkisi alanına taşıyor.

16 Ekim 2011 Pazar

Lijphart'ın demokrasi sınıflandırmasının sonu mu?

11 Ekim Pzt günü demokrasi sınıflandırmalarını tartıştığımız derste Lijphart'ın çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasiler arasında ki ayrımını tartışmaya başlamıştık. Bu ayrımın basitçe parlementer sistem ve başkanlık sistemi üzerinden konuşamayacağımızı, bunun yanı sıra  yasama ve yürütme arasında ki dengeyi, bu dengeyi oluşturan parti ve seçim sistemlerini ve de iktidarin territoryal yapısını (merkezi-federal yönetim biçimleri) değerlendirmeye almamız gerektiğinden söz etmiştik. Yasama-Yürütme dengesi/ parti sistemleri ve ikitidarın federal-merkezi örgütlenmesi üzerinden baktığımızda pekçok demokrasinin arada bir yere denk düşmekte.



Bu hafta bu sınıflandırmanın ortadan kalkmakta olup olmadığını konuşacağız. Örneğin çoğunlukçu demokrasilerin en önemli özelliği olan iki parti sistemi son İngiliz seçimlerinde olduğu gibi bir dönüşüme uğruyor. Ya da çoğulcu demokrasilerin en önemli özelliği olan zayıf yürütme ve güçlü parlemento ilkesi özellikle doksanlı yıllardan beri dünyanın hemen yer yerinde, çoğulcu demokrasilerde bile,  güçlü yürütme ve zayıf yasama şeklinde dönüşüyor. Siyasetin başkanlaşması olarak ifade edebileceğimiz bu egilimin nedenlerinin neler olduğunu konuşacagız bu hafta.   Bu eğilimin siyasetin uluslararasılaşması ile ilişkişi nedir? Bu eğilimin ekonomik süreçlerle ilişkisi nedir?

1 Ekim 2011 Cumartesi

Anayasa, Anayasa

3 Ekim Pzt günkü dersimizde temel olarak anayasa yapım sürecindeki tercihleri ve bu tercihlerin sonucunda ortaya çıkan farklı demokrasi tiplerini tartışacağız.  Lijphart'ın makalesi ( Constitutional Choices for Divided Societies) derin bölünmelerin olduğu toplumların anayasa yapım sürecinde karşı karşıya olduğu kurumsal tercihlerin neler olduğunu tartışıyor. Bu makaleyi yine Lijphart'ın kitabı ile (Patterns of Democracy) birlikte okuyacağız. Böyle yaparak bu tercihlerin biçimlendirdiği farklı demokrasi tiplerinin neler olduğunu da tartışmaya başlayacağız. Lijphart'ın temel ayrımı Çoğunlukçu (majoritarian) modeller ile oydaşmacı (consensus)  modeller arasında. Lütfen derse farklı kurumsal tercihlerin avantaj ve dezavantajlarını düşünmüş olarak gelin.

Bu linki kullanarak Türkiye'de yapılan anayasa tartışmalarına ulaşmanız mümkün
http://www.anayasa2011.com/


Bu linki kullanarak 1789'dan bu yana yazılan 800'den fazla anayasanın Ingilizce tam metinlerine de ulaşmanız mümkün:
http://portal.clinecenter.illinois.edu/cgi-bin//rview?REPOSID=1

12 Ocak 2011 Çarşamba

İran'da egemenlik ve devlet sistemi

Derste İran'da seçilmiş ve seçilmemiş organların bir arada bulunduklarını konuştuk. Bunun bir önemli nedeni İran'da egemenliğin halk egemenliği ve kutsal egemenlik arasında paylaşılmış olması, ve İran'daki kurumların yapısının bu iki egemenlik biçimi arasında gidip gelmesiydi. Bu ikiliğin nedenlerini devrim sürecinde bulmak mümkün. Nitekim İran devrimi yalnizca İslam bayrağı altında yürütülmemişti, aynı zamanda "özgürlük, eşitlik, ve sosyal adalet" taleplerine sahip kitlesel bir halk hareketiydi. Devrimin hemen sonrasından Humeyni yandşaları velayet-i fakih kavramını anayasallaştırmaya çalışırken, dönemin resmi Başbakanı Mehdi Bezirgan ve onun takipiçilerine göre de Fransa'nın Beşinci Cumhuriyetini örnek alan İslami ama içeriği demokratik bir cumhuriyeti temel alan bir anayasa oluşturulmalıydı. Sonuçta Aralık 1979'da henüz devrim cok tazeyken ve güçler dengesi tam yerine oturmamışken yazılan ve onaylanan Anayasa'da devrimin ve o anki yönetimin bu ikili niteliğinden kaynaklanan ikili egemenlik fikrini bünyesinde taşıyordu. Edward Abrahamian'a göre ilahi haklar ile insan hakları, teokrasi ile demokrasi, hakkın sesi ile halkın sesi, ruhani otorite ile halk egemenliği arasında karma bir düzendi bu. Bu karma düzenin sahip olduğu iç çelişkilerin üstsesinden gelmek için devrim sonrasında pek çok yasa değişikliği yapılacak, kurumlar arası çatışmayı azaltma hedefi ile Takdir Konseyi (Expediency Council) gibi ara kurumlar oluşturulacaktı.

İran hükümetinin bu ikli yapısını aşağıda ki şema gayet iyi özetliyor.